HACCA NASIL GİDİLİR, NASIL DÖNÜLÜR

Hayatında sadece bir kez hacca gidebilen Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular: "Makbul haccın bir tek karşılığı vardır, o da cennettir." Bu büyük ödülü, yaptığımız haccın sayısı değil, sadece bir defa yapmış olsak bile, Allah katındaki değeri kazandıracaktır. Bu bakımdan haccın diğer bütün ibadetlerden farklı bir yönü var; o fark da hacdan başka, ömürde bir kez yapılması farz ve yeterli olan ibadetin bulunmayışıdır. Yaptığımız bu bir tek hac, kendi niyet, söz ve davranışlarımıza göre, bizim için büyük bir kurtuluş vesilesi olabilir ya da boşuna zahmet ve masraftan öte bir değer taşımayabilir.

Bu sebeple bütün İslâm tarihinde hacca büyük önem verilmiş; her devirde hac, Müslüman-nın dinî ve ahlâkî hayatında en derin anlamı olan, en kalıcı tesirler bırakan bir ibadet olarak anlaşılmış, anlatılmış ve yaşanmıştır. Bilhassa âlimler, zâhidler ve sûfıler için hac mânalar ve sırlarla yüklü, bir ömre bedel ibadettir; kişinin Allah'a yolculuğudur. Beytullah (Allah'ın Evi) bir sembol olup asıl ziyaret edilen, etrafında dönülen, istikbal ve istislâm edilen maksud ve mahbub, Ev'in Sahibi'dir. Bu yüzden Allah dostları için hac, ömür boyu hissedilen büyük hasretin sonundaki kavuşma olayı olarak algılanmış; hacca böyle bakılmış, böyle değer verilmiştir

 
Bu büyük ödülü, yaptığımız haccın sayısı değil, sadece bir defa yapmış olsak bile, Allah katındaki değeri kazandıracaktır.
 
Genel olarak İslâm dünyasında, özellikle de bizim millî kültürümüzde hac Müslümancın hayatında böylesine bir dönüm noktasıdır. Onun için, daha hacca gitmeye karar vermesinden itibaren insanın dinî ve ahlâkî davranışında köklü ve derinden bir değişiklik başlayacak, artık geçmişteki cahillikler terk edilecek, hacca gitmenin icabı olarak daha olgun bir dinî hayat dönemi başlayacak.,artık geçmişteki cahillikler terk edilecek, hacca gitmenin icabı olarak daha olgun bir dinî hayat dönemi başlayacak. İbadetlerimiz daha muntazam, duygularımız daha temiz, kalplerimiz daha şefkatli, merhametli, affedici olacak; sözlerimiz daha güzel ve hayırlı, işlerimiz daha düzgün olacak; âhir ve akıbetimizi daha çok düşüneceğiz; ukbâmız, ölüm ötemiz için daha çok hazırlık yapmaya gayret edeceğiz.
 
 
Hacca başkalarının kusurlarını değil, kendi kusurlarımızı görmek ve düzeltmek için gideceğiz. Orası, başkasından değil, kendimizden şikayet etme; tövbe, istiğfar ve dua etme yeridir. Elbette sorumlu kurumların ve kişilerin görevi hacıları imkanlar ölçüsünde rahat ettirmektir; ancak haçının görevi de orada bedeninin rahatını değil, ruhunun huzurunu aramasıdır; orada zamanını zayi etmeyip her saniyesini tövbe, istiğfar, dua, zikir, tilavet gibi ibadetlerle zenginleştirmesidir.
 
ikisi de 50 yaş civarında olan, yüksek mevkili bu kişilerden biri, Müzdelife'den Mina'ya (5-6 km) kadar yürütüldüğü için içi öfke dolu. İlgili kuruma ateş püskürüyor. Diğeri ise olaya bambaşka bir dünyadan bakıyor: "Ben üzülmedim, tam tersine mutlu oldum. Ömrümüz arabaya binmekle geçiyor. Ne mutlu bana ki, Peygamber Efendimizin yürüdüğü yollarda ben de yürüdüm, onun ayağının değdiği yerlere basmak bana da nasip oldu, bu yüzden sevinçten uçarak yürüdüm o yolu!.."
 
Doğrusunu söylemek gerekirse, modern insan bedensel rahatına çok fazla düşkün hale geldi; bu durum onda manevî bir rehavet doğurmakta; Allah'ın rızasını ve ruhunun selametini kazanmak için gerektiğinde özveride bulunmasını, zahmete katlanmasını zorlaştırmaktadır. Bu husus, hac gibi ruhanî ve manevî boyutuyla zirvede olunması gereken bir ibadet esnasında dahi gözlenebilmektedir. Yaşanmış bir olaydaki şu iki kişiden hangisinin haccı Allah'ın rızasına daha uygun olmuştur dersiniz: İkisi de 50 yaş civarında olan, yüksek mevkili bu kişilerden biri, Müzdelife'den Mina'ya (5-6 km) kadar yürütüldüğü için içi öfke dolu. İlgili kuruma ateş püskürüyor. Diğeri ise olaya bambaşka bir dünyadan bakıyor: "Ben üzülmedim, tam tersine mutlu oldum. Ömrümüz arabaya binmekle geçiyor. Ne mutlu bana ki, Peygamber Efendimizin yürüdüğü yollarda ben de yürüdüm, onun ayağının değdiği yerlere basmak bana da nasip oldu, bu yüzden sevinçten uçarak yürüdüm o yolu!..
 
Hac, bütün âlimler tarafından, zahiren bedensel, hakikatte ise manevî ve ruhanî bir sefer olarak düşünülmüş; "hac menâsiki" denilen uygulamalardan her birinin, şeklî yönünün arkasında derin mânalarının, sırlarının olduğu, bunların iyi bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Buna dair geniş bir literatür oluşmuşsa da, bunlar arasında İmam Ebû Hâmid el-Gazâlî'nin İhyâu ulûmi'd-dîn isimli ünlü eseri, dokuz yüz yılı aşkın tarihinde olduğu gibi günümüzde de konuyla ilgili en gözde kaynak olarak kullanılmaktadır. Eserin kırk bölümünden yedincisi olan (1) "Kitâbu esrâri'l-hac" (Haccın sırları) başlıklı bölümünde Gazzâlî'nin hac ile ilgili tesbitleri, tenkitleri, tavsiyeleri Müslümanlar için adeta bir hac rehberi olarak her devirde itibar görmüştür. İmam Gazâlî, burada âyetler ve hadisler yanında, ulemanın sözlerinden nakiller yaparak Hac, Beytullah, Mekke ve Medine'nin faziletiyle ilgili bilgi verdikten sonra haccın zahirî şartları ve hükümlerini özetlemekte; daha sonra hacı adayının, hac yapmaya karar vermesinden itibaren zihnini ve duygularını hangi konulara yoğunlaştırması, nasıl davranması, neler yapması, neler yapmaması gerektiği hususunda son derece faydalı bilgiler vermekte, öğütlerde bulunmaktadır.
 
Bugün hacca gitmek fiziki olarak eskisine göre daha kolay olabilir ama -günümüz insanının kolaya alışmış olduğunu, zora gelemediğim de düşünürsek- bilhassa manevî gereklerini yerine getirme bakımından günümüzde hac her zamanki kadar, belki daha da zor olmaya devam ediyor. Daha yola çıkmadan yapılacak işler var. Gazâlî'nin açıklamalarına göre haccın en başı, bu ibadeti iyice anlayıp kavramaktır (fehm); sonra hacca karşı derinden arzu hissetmek (şevk), sonra hacca gitmeye sağlam karar vermek (azm), sonra engelleyici bağlardan kurtulmak (kat'-ı alâik) gibi diğer hazırlıklar gelir. Tövbe etmek, kul haklarım ödemek, geride kalanların nafakasını hazırlamak gerekiyor. Hac parası helal kazanç olmalı; mümkünse, lüzumu halinde fakirleri de kollayacak miktarda olmalıdır. Hac arkadaşını iyi olan ve iyilik için çalışan insanlardan seçmek; akrabalarla, komşularla, dostlarla vedalaşmak, helalleşmek gerekir. Daima dilde dua, gönülde Allah olmalıdır. (2) "Nefsânî tutkulardan ve zevklerden, gerektiğinde en temel ihtiyaçlarından dahi feragat etmeyi göze alamayanlar, bütün tutum ve davranışlarında yalnız Allah'ı gözetmeyenler Allah'a ulaşamazlar." İşte haca anlayıp kavramanın özü bunu bilmektir. (3)
 
Bütün bu bilgi ve öğütlerin temelinde şu vardır: Hac asla sıradan bir yolculuk, turistik bir olay gibi düşünülmemelidir. O bir ibadettir; manevî bir arınma ve yükseliştir. İnsanın, mümkün olduğunca maddî, bedensel ve dünyevî heveslerini geride bırakarak, kalbinden atarak, asıl hedefine adeta kilitlenmesidir. O hedef, hacı adayının derin bir ruhaniyet ve maneviyat sürecine girdiği hac yolculuğunun Kabe ucunda Beytullah'ta gerçekleşecek olan "likaullah" (Allah'a kavuşma, Allah ile buluşma)'dır. Böylesine ulvî bir hedefe doğru yürürken cismanî ve maddî rahatın, bedenî zevklerin ne önemi kalır!..
 
 
Haccın tamamlanmasından sonra şayet Kabe'de Kabe'nin Rabbiyle, Beytullah'ta Beyt'in Sahibiyle olmanın verdiği derin mutluluk sönmeye başlamış ve onun yerini geçici heveslerin, basit zevklerin alması gibi bir tehlike baş göstermişse, Mekke'yi terketmek kalmaktan evladır. Nitekim Hz. Ömer'in hac heyecanını kaybedip laubalileşmeye başlayanları Mekke'den uzaklaştırdığı; ibadet ciddiyetini ve heybetini kaybedecek kadar fazla sayıda tavaf edilmesine de engel olduğu rivayet edilir.(4) Mekke'de uzun süre kalmanın Kabe'ye duyulan şevki azaltacağı, mekânın kudsiyet ve şerefine uymayan hatalara, edebe aykırı hal ve hareketlere düşülmesine sebep olacağı kaygısıyla hacıların ülkelerine erken dönmeleri öğütlenmiştir. (5)
 
İmam Mâverdî, hacca giden pek çok insanın, günahlarına tövbe edip kötülüklerini terk etmek suretiyle dinî ve ahlâkî hayatında bir dönüşüm geçirdiğini belirttikten sonra Hz. Peygamberin, "Kabul olunmuş bir haccın alameti, hac yapmış kişinin hacdan sonraki hayatının önceki hayatından daha hayırlı olmasıdır" buyurduğunu bildirir.
Bütün hacı adaylarımızın böylesine makbul, hayırlı ve dönüştürüp düzeltici bir hac yapmalarını niyaz ediyorum.
Bazıları belki ömründe bir defa bile köyünden kasabasından çıkmamış, başkalarını tanıma imkanı bulamamış yüz binlerce Müslümannm, dünyanın dört bir yanından gelmiş milyonları görmesi, tanıması, onlarla omuz omuza namaz kılması, tavaf ve sa'y yapması bile ne büyük bir olay, ne muhteşem bir güzelliktir! Bu güzelliğin yanına, bir de bilim ve kültürde daha çok gelişmiş; ekonomik ve siyasal bağımsızlığını gerektiği şekilde genişletmiş olan bir İslâm âleminin milyonlarca insanıyla bir araya gelip, dünyanın en geniş uluslar arası zirvesi düzeyine taşıdığı bir hac olayını koyalım. O zaman haccın manevî/ahlâkî yönden olduğu gibi sosyal yönden, uluslar arası ilişkiler bakımından da ne kadar zengin amaçlar taşıyan bir ibadet olduğunu daha iyi anlarız.